Saat Yediye Geliyor

Loading
Saat Yediye Geliyor 
 
Köşe başını döndüğümde geride bir şey unuttuğum aklıma geldi: Çocukluğum. Evet, çocukluğum. Saat yediye geliyordu. Binadan üç can çıktı. Nesi var Rüstem? Ayağı ezilmiş, yanındakinin de kolu kopmuş. Şu çocuğun nesi var? Bilmiyoruz, konuşmuyor ahraz herhalde. Herhalde. Sabah olmuş, nerede benim kahvem? Hâlâ neden yakmadın sobamı? Saat yediye geliyor, Paşa gelir birazdan. Muhakkak gelir.

 Geçtiğim köşe bana çok şey anlatıyordu. Âdeta benimle konuşuyor, beni azarlıyordu. Sen hiç çocuk olmadın, zaten bunu hak etmedin de sen. Senin nene lazım çocuk olmak. Sana ne lazım parkta oynamak, okula gitmek. Sen adam olarak doğdun ve hep öyle kalacaksın.

 Aslında doğru değildi, bir zamanlar çocuktum. Fakat o sese karşı çıkacak mecalim yoktu. Cevap vermedim, devam etti. Hem sen çocuk olsan evdeki garibanlar ne yapacaktı? Hepsi eline bakıyor. Yedi nüfus! Evet, yedi. Ne yapmalıydım? Onları da mı terk edecektim?

 Bütün bu düşüncelerin ağır tesiri ile köşe başında bayılmışım. Kendime geldiğimde saat akşam yediye geliyordu. Yedinin benimle bir alıp veremediği olmalı. Muhakkak olmalı. Kimsecikler de durup ilgilenmemiş benimle, iki saat oracıkta baygın kalmışım. Yırtık parkam ve eski püskü kıyafetlerimden evsiz sandılar herhalde.

 Haksız da sayılmazlar ya.

 Hiçbir yere ait hissedemiyorum kendimi.

 Kendimde yürüyecek takati bulduğum an bayıldığım yerden kalktım. Ağır ağır yoluma devam ederken köşenin tesiri de koşarak beni geçmeye çalışıyordu. Sokakları bir bir geçtim. Yolun sonunda üst katları yıkılmış, alt katı sağlam kalmış bir ev vardı. Bu, Erzincan’da yabancı bir şey değildi. O evlerden biri de buydu işte. Benim sığındığım ev. Evet, sığındığım... 

 Uzaktan şöyle bir baktım, Metin Bey’in hanımı, kapıdaki bir adamla konuşuyordu. Akşam karanlığında kim olduğunu seçemedim. “Ev sahibi olmasa,” diye geçirdim içimden. Her defasında kirada ufak tefek gecikmeler yaşamamız, adamın zaten tehditkâr olan tavrını büsbütün artırmasına sebep olmuştu. Adımlarımı sıklaştırdım.

 Büyük felaketten sonra meçhule doğru giderken karşılaşmıştım bu evdeki aileyle. Soğuktan donmak üzereyken beni kucağında sarmıştı Metin Bey. Sonra da beni eviyle tanıştırdı, bir evladı gibi yetiştirdi beni, rahmetli. Evet, o da rahmetli, hayatıma dokunan herkes rahmetli. Yine o dakikaları hatırlıyorum. Saat yediye geliyordu. Binadan üç can çıktı. Nesi var Rüstem? Ayağı ezilmiş, yanındakinin de kolu kopmuş. Şu çocuğun nesi var? Bilmiyoruz, konuşmuyor, ahraz herhalde. Herhalde. Sabah olmuş, nerede benim kahvem? Hâlâ neden yakmadın sobamı? Saat yediye geliyor, Paşa gelir birazdan. Muhakkak gelir.

 Ben çocukken çok güzel bir sesim vardı. Yeter ki bir şey mırıldanayım. Bütün çocuklar başıma dikilir, beni dinlerlerdi. Ben de onların bu isteklerinin gücüyle ufak tefek konserler verirdim. Evdekiler de çok hoşnut olurdu buna. Bana, büyük şöhret olacaksın derlerdi. O akşam da yine güzel şeyler mırıldanıyordum. Huzur verici bir ninni gibiydi âdeta. Herkes yatağa girer girmez hafif bir kuş gibi uykuya daldı. Son kez gözlerini kapadıklarından habersiz uyuyorlardı. Bir ben uyanıktım o gece. Leyla olmuş, Leyla’mı düşünüyordum. Zaten her gece öyle olurdu. Ah Leyla’m ah. Hatıranı kalbime mühürledim. 

Saat bu sefer dördü geçiyordu. Ani bir sarsıntı gecenin bütün huzurunu alt üst etmişti. Hemen annemin yanına koştum. Yataktan nasıl kalktığımı hatırlamıyorum bile. Annemin üstüne attım kendimi uyansın diye. Uykusu ne ağırmış, uyandığında çok geçti. Bina artık yıkılmaya doğru gidiyordu. Eşyalar hep parçalanmıştı, sallanmanın etkisiyle yer gök inliyordu. Abim öbür odada uyuyordu. Onun yanına gitmek aklıma bile gelmedi. Belki o üstün zekâsıyla benim gibi bağırıp çağırmaktan başka şeyler yapabilirdi. Babam işteydi o gün. Evde olsa belki kurtarırdı bizi.

 Artık kesmiştim ümidimi o geceden. Mutfakta bir köşeye çöktüm ve gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda ortalık mahşer yeriydi. Bütün bir şehir yıkılmış âdeta yer yarılmış da içine girmişti. Başımda dört tane meraklı göz. Annemle abim de yanımda zannediyorum. Saat yediye geliyordu. Binadan üç can çıktı. Nesi var Rüstem? Ayağı ezilmiş, yanındakinin de kolu kopmuş. Şu çocuğun nesi var? Bilmiyoruz, konuşmuyor, ahraz herhalde. Herhalde. Sabah olmuş, nerede benim kahvem? Hâlâ neden yakmadın sobamı? Saat yediye geliyor. Paşa gelir birazdan. Muhakkak gelir.

Konuşmuyor değildim, konuşamıyordum! Evet, çocukluğunda konser veren, gelecekten ümitli liseli, o güzel sesinden mahrum kalmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Koşarak kaçtı o insanların arasından. Kimse de arkasından bakmadı. O kadar işin arasında bir de onunla mı uğraşacaklardı. Ah Leyla’m ah. Kalbimdesin. Hava karlı ve pusluydu. Soğuktan ve açlıktan kıvranıyordum. Bir terzi dükkânının önüne ölümü beklemek üzere yığıldım. Gözümü açtığımda saat yediye geliyordu. Hiç aklımdan çıkmayacak bu saat. O önüne yığıldığım dükkân Metin Bey’inmiş. Beni o hâlde görünce hemen yanıma gelmiş ve vücudumu doktorlara has bir şekilde âdeta onlar gibi muayene etmiş, vücudumun soğukluğundan üşümüş ve acıkmış olabileceğimi düşünerek evine almıştı. Kendimi iyi hissettiğimde konuşmak istedi benimle. Bende tek bir kelime, tek bir ses yoktu. Yaşananların ağır travmasından bir süre adımı bile hatırlayamadım. Adam o sıralar beni sormuş soruşturmuş; kimliğim ve ailemin akıbeti hakkında hiçbir bilgi bulamamıştı. Nereden bulsun, saat yediyi geçmişti artık.

 Beni evine aldı. Kalabalık bir evi vardı. Onların arasında geçmişimi yavaş yavaş hatırladım ama artık hiçbir yararı kalmamıştı. Evimizin sokağını da buldum bir zaman sonra ama yerle yeksan olan sokakta artık hayat yoktu.

 Yedi nüfus diyordum ya. Hepsi Metin Bey’in emanetleridir. O gittikten sonra eve ekmek getirecek kimse kalmamıştı. İş bana düşmüştü. Ben de iş bilmem, aş bilmem. Konuşamıyorum da. Hâliyle az paraya çok çalışmaya gönül indirip, lakabı Paşa olan, geçmişini kimsenin bilmediği, yalnız yaşayan bir adamın işlerini yapmaya başladım. Bu isim hep kafamın bir köşesinden tanıdık geliyordu. Zaten her şeyi kiralık olan rahmetliden bir şey kalmamıştı. Aldığım, geçinmemize yetmedi hâliyle. O yıkık binanın alt katına kiraya geldik. Burada da ne kadar idare ederiz meçhul. 

Bir baba şefkatine ihtiyacım vardı. Belki o zaman, elime bakan yavruları daha fazla mutlu edebilirdim. Paşa beni sevsin istiyordum ama bu mümkün değildi. Sevmek, ona yabancıydı. Ailesi, komşusu, arkadaşı yoktu. Benimle işlerimi bildirmek ve hoşnutsuzluğunu belirtmek dışında neredeyse hiç konuşmazdı.

 Saat yediye geliyordu. Eve iyice yaklaşmıştım. Metin Bey’in eşinin yüzünü cılız sokak lambasının ışığında seçtim. Karmaşık görünüyordu, ne düşüneceğimi bilemedim. Tam o anda beni görünce aniden heyecanlandı ve arkası bana dönük adama beni işaret etti. Adam geri döndü ve karşı karşıya geldik.

 Korku ve merak karışımı bir ifadeyle yüzünü seçmeye çalıştım.

 Bu gerçek olamazdı.

 Gördüğüme inanmakta zorlanıyordum.

 Olabilir miydi yoksa?

 Dizlerimin bağı çözüldü oracıkta.

 Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

 Yıllar sonra, o an ağzımdan tek bir söz çıkabildi.

 “Baba!” diye haykırdım tüm hasretimle, “Seni çok özlemiştim!”  

Mehmet Yusuf Duran 
( Gazi Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretmenliği 2.sınıf )

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İRTİDAD YAMACI

SALDIN BENİ

BAKMA BANA ÖYLE