Dil ve Dilin Ortaya Çıkışı

Loading

 

Dil ve Dilin Ortaya Çıkışı
   21. yüzyılda yaşayan şanslı bireyler olarak, hayatımızı kolaylaştıran onlarca, hatta yüzlerce araca sahibiz. Mutfak aletleri, taşıtlar, telefonlar, bilgisayarlar, tabletler... Bunların hepsi bizi gerçekleştirmek istediğimiz sonuca ulaştıran araçlardır. Peki, günlük hayatta en çok kullandığınız aracın ne olduğunu düşündünüz mü? Cevabınız pekâlâ her gün saatlerce sevgilinizle mesajlaştığınız telefonunuz ya da başında dakikalarca uykusuz beklediğiniz kahve makineniz olabilir. Ancak cevap ne yazık ki bunlardan biri değil. Hepimiz bir gün içerisinde onlarca insanla iletişim kuruyoruz. Bu iletişimi ne ile kuruyoruz? Tabii ki dille! Tüm işlerimizi konuşarak, iletişim kurarak halletmiyor muyuz? Dil, insanlar arasında anlamlı bir bağ kurmamızı sağlayan, şüphesiz en temel unsurdur. Günlük yaşamda kullandığımız kelimeler, cümleler ve ifadeler sayesinde düşüncelerimizi, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı başkalarına aktarırız. İster bir öğretmen olarak profesyonel bir anlatımımız, ister arkadaşlarımızla samimi bir sohbetimiz olsun, iletişimin her aşamasında dil, vazgeçilmez bir köprü görevi görür. Ancak dil, yalnızca bir iletişim aracı olmanın çok ötesindedir. Günümüzde sahip olduğumuz her şeyi, geçmişimizi aktaran en önemli araç olan dile borçluyuz. Düşünün, geçmişte yaşanan onca olay, bilgi birikimi, hatta ufacık bir atasözü bile dil sayesinde bize ulaşmış. Bilgi birikimi, çağlar boyunca insanlığın çevresini anlama ve anlamlandırma çabasının bir ürünü olarak ortaya çıkan kazanımlardır. Bu kazanımlar, insanın yaşamını kolaylaştırma eğilimiyle birleşerek nesilden nesle aktarılan ve sürekli büyüyen bir hazineye dönüşmüştür. Eğer dil olmasaydı ne tarihimizden haberimiz olurdu ne de bugünkü bilgi birikimimize ulaşabilirdik. Bundan hareketle, dilin zamanla ilişkisi sonucu kendisinde değişmeler ve gelişmeler meydana gelir. Dünyada ne aynı kalır ki! Bu değişim kısa vadede olabileceği gibi uzun vadede de gerçekleşebilir. Misal, eskiden “medya” denilince aklımıza televizyon, gazete ve radyo gelirdi. Zamanla Instagram, YouTube, X gibi dijital platformların ortaya çıkmasıyla “medya” kelimesinin kapsamı da genişledi. Uzun vadede ise toplumların göçleri, savaşlar, kültürel etkileşimler gibi durumlar sonucu diller tamamen değişebiliyor, hatta kaybolabiliyor. Türkçe’nin içinde bulunan bolca Farsça, Arapça etkisini bu durumlarla açıklayabiliyoruz. Diğer yandan kaybolan diller, insanlık tarihinin derinliklerinde gizli kalmış, zamanla yok olmuş ve unutulmuş dillerdir. Her dil, bir kültürün, bir halkın düşünce tarzını, yaşam biçimini ve değerlerini yansıtan bir taşıyıcıdır. Bu değerlerin dildeki etkisini en çok atasözlerimizde görürüz. Atasözleri, bir toplumun geleneksel bilgilerini, değerlerini ve hayat derslerini kısa ve özlü bir şekilde aktaran dilsel ifadelerdir. Örneğin, "Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer." atasözünde Türklerin geçmişten beri gelen misafirperverliğini ve tevazusunu görebilirken; "Dost kara günde belli olur." atasözünde ise Türk kültüründeki gerçek dostluk ve sadakat anlayışını fark ediyoruz. Bu durumda, dilin aktarım işlevini daha net görebiliyoruz. Ancak tarihsel süreçte bazı diller, yerini daha baskın dillere bırakmış ve yok olmuştur. Bu dillerin kaybolması, yalnızca bir iletişim aracının değil, o kültürlerin, geleneklerin, bilginin kaybını da beraberinde getirir. Dil ve kültür birbiriyle yakından ilişkili olduğundan, kültürümüzü yaşatıp gelecek nesillere aktarılmasını sağlamalı, dilimize sahip çıkmalı, korumalıyız. Peki, yukarıdakilerden özetle, dili nasıl tanımlarız? Birçok edebiyatçı ve dilcinin farklı tanımları bulunuyor. Bizce, dilin yukarıdaki anlattığımız özelliklerini en açık şekilde ifade eden tanım, Türkolog Prof. Dr. Muharrem Ergin’in “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimai bir müessesedir.” tanımıdır.

   Temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış…” Bu cümleyi ilk okuduğumda içimde oluşan merakı keşke size anlatabilsem! Zihnimdeki “Peki ilk diller nasıl doğdu?” sorusunu tatmin etmek için hemen araştırmaya koyuldum. Dilin kökenini araştırmak… Kaybolan bir tarih, bilinmeyen bir başlangıç… Karşıma çıkan ilk şey, dilin nasıl ortaya çıktığının kesin olarak bilinmemesi oldu. Bu durum şevkimi kırsa da birtakım tahminler olduğunu fark ettim. Dilin kökenine dair birtakım kuramlar ve spekülasyonlar vardı. Gerçekten, dilin başlangıcını anlamak, sanki bir kâşif gibi yalnızca izleri takip etmeye çalışmaktı. Her kuram, bir zamanlar var olmuş, fakat belki de hiç kanıtlanmamış bir fikri peşinden sürüklerken bana da zamanın derinliklerinden yankılanan bir hikâye anlatıyordu. Başlıca olanı aktaracak olursak yansıma kuramından bahsedebiliriz. Alman Bilgin Max Miller tarafından ortaya çıkan bu kuram der ki dil, doğadaki seslerin taklidiyle ortaya çıkmıştır. İlkel insanlardan olduğunuzu hayal edin. Etrafınızdaki dünyayı anlamaya, tehlikeleri fark etmeye çalışıyorsunuz. Kedilerin miyavlamaları, kuşların ötüşleri, rüzgarın sesi, suyun şırıltısı... Bu sesler, insanın duyusal algılarına doğrudan etki ediyor, içgüdüsel olarak bir anlam taşıyordu. İlk insanlar bu sesleri taklit ederek birbirleriyle iletişim kurmaya başlamış olabilirlerdi. Bir tehlike anında bir canlının çıkardığı sesin taklit edilmesi bir uyarı işareti olabilir; temiz bir su kaynağı bulan birisinin su sesini taklit ederek çıkardığı ses, konuma işaret edebilirdi. Bu seslerin bir tür "doğa yansıması" olarak düşünülebilir.

Korku, şaşkınlık, sevinç, acı gibi yoğun duygusal durumlar sırasında insanlar doğal reflekslerle sesler çıkarır. Örneğin: "Ah!", "Oh!", "Aman!" gibi ünlemler, bu tür reflekslerin dildeki yansımasıdır. Ünlem kuramı da buna dikkat çekiyor. Bu kuram, dilin insanların içsel duygusal tepkilerinden doğduğunu savunur. İlkel insanlar, duygusal tepkiler verdiklerinde bilinçli olarak kelimeler oluşturmak yerine anlık, içgüdüsel sesler çıkarmış olabilirler. Bu sesler, korku, neşe, acı, hayal kırıklığı gibi duyguların bir ifadesi olarak düşünülebilir. Mesela, bir tehlike karşısında insanın ağzından çıkan yüksek bir çığlık ya da acı, dilin ilk temellerini atmış olabilir. Bu sesler, bilinçli olmayan bir şekilde dış dünyaya bir tepki olarak ortaya çıkmış ve zamanla anlam kazanmaya başlamıştır. Kişinin duygusal halini dışa vuran bu tepkiler, grup içinde anlaşılmaya başlamış ve giderek daha belirgin ve anlamlı bir hale gelmiştir.

   İnsan doğası gereği sosyal bir varlık olduğundan birlikte yaşamak zorundadır. Yalnızlık kimin hoşuna gider ki! İş kuramı ise dilin ortaya çıkışını ilk insanların ortak çalışma ihtiyacına bağlar. İnsanların ortaya çıktığı ilk zamanlarda dünya, bugünden çok farklı, oldukça tehlikeli bir yerdi. Yırtıcı hayvanların kol gezdiği Afrika’da yaşayan insan, tek başına çok savunmasızdı. Hayatta kalabilmek için diğer insanlarla iş birliği yapmak zorundaydı. Birlikte çalışmak, insanlar için iletişimi zorunlu kıldı. Avlanmak için grupça hareket ettiler ve bu süreçte karışık iletişimler kurdular. Zamanla bilişsel özellikleri gelişen insanlar, basit seslerden bir dil oluşturdular. Kuram da bize tam olarak bunu açıklıyor.

   Hepimiz zamanında az çok dini bir eğitim aldık ve kutsal kitaplardaki metinleri inceledik. Peki kutsal kitaplarda dilin oluşumundan bahsedildiğini biliyor muydunuz? Sıradaki kuram tam da bize bunu açıklıyor. İlahiyatçı teolojik görüşe göre ise dini kitaplardaki ayetler esas alınır. Tevrat'ta “Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan yaptı ve onlara ne ad koyacağını görmek için Adam’a getirdi ve Adam her birinin adını ne koydu ise canlı yaratıkların adı o oldu.” (Ahd-i Atik, Bab 2/19-20) ve “Ve Adam, eşine Havva adını verdi.” (Tekvin, Bab 3/20) cümleleri geçmektedir. İ ncil'de “Söz/kelam başlangıçta var idi ve kelam/söz Allah nezdinde idi.” (İncil Yuhanna’ya göre Bab 1/1) kısmı, Kuran-ı Kerim’de ise “Ona beyanı (iç duyguların ifadesini) ilham etti.” (Rahman/4), “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara/31), “Allah, Âdem’e, Ey Âdem, eşyanın isimlerini meleklere haber ver, buyurdu.” (Bakara 33) kısımları bu görüşün temel dayanaklarıdır. Bu kurama göre Âdem ve ondan türemiş insanlara, dil, bahşedilmiş ilahi bir yetenektir.

   Bizi yakından ilgilendiren “Güneş-Dil Teorisi”nden bahsetmeden olmaz tabii! Güneş-Dil Teorisi, Sırp asıllı Avusturyalı dil bilimci Dr. Phil. Hermann Kvergić’in ortaya attığı “tüm diller Türkçeden türemiştir” savını temel alan, Türkçenin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan sözde dilbilimsel bir teoridir. Bu teori ortaya çıktığında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklenir. Türk Tarih Tezi’ni desteklemek için ortaya atılan bu teori, düşüncelerini Sümerce ve Mayaca’da bulunan Türkçeye benzeyen kelimelere dayandırır. Örneğin, Sümercede baba, ata anlamına gelen “ad” sözcüğü Türkçedeki “ata” sözcüğüyle bağdaştırılmış; ip, us (akıl) gibi sözcükler de aynen karşılık bulmuştur. Kısacası iki dilde de ortak kelimelere rastlanmıştır. “Sözde” dedik çünkü bu teorinin maalesef bilimsel gerçekliği yok. Bunun nedeni teorinin bilimsellikten çok ideolojik bir yaklaşımla hazırlanmış olması. Bu durum Türkçenin en güçlü dillerden biri olduğu değiştirmiyor tabiki. Orası ayrı konu

    Dil araştırmalarım beni biraz tatmin etmiş olsa da henüz merakımı dindirebilmiş değil. Her kuramın kendince doğruluk payı var. Hangisini kabul edip etmeyeceğiniz size kalmış. Bu kavramların hiçbiri kanıtlanmış değildir. Kim bilir, belki ileride net olarak neyin gerçek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

   Sonuç olarak, ne şekilde ortaya çıkmış olursa olsun dil, insanlığın en büyük mucizelerinden biridir. Düşünceyi, duyguyu ve bilgiyi nesilden nesle aktaran eşsiz bir köprüdür. Onun oluşumu, insanın yalnız iletişim kurma ihtiyacıyla sınırlı kalmayıp dünyayı anlamlandırma ve ifade etme çabasının bir ürünüdür. Bugün kullandığımız diller, binlerce yıllık kültür, deneyim ve iş birliğinin sonucudur. Diller, insanlığın ortak geçmişinden uzanan yolculuğunu, geçmişini taşırken geleceği şekillendirme gücüne de sahiptir. Çünkü bir kelimenin ardından sadece sesler değil, insanın hayal gücü ve evrensel hikâyesi saklıdır.

 

 

 

 

 

Kaynakça

Aksan, D. (2020). Her yönüyle dil. Türk Di̇l Kurumu Yayınları.

 

 

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İRTİDAD YAMACI

SALDIN BENİ

BAKMA BANA ÖYLE